Erdem Akbaba Yazarın Tüm Yazıları
Kamu kurumları, bir ülkenin idari, ekonomik ve sosyal yapısının temel taşlarını oluşturan yapılardır. Bu kurumlarda çalışan memur ve işçilerin görevlerini yerine getirirken taşıdıkları aidiyet duygusu, hizmetin kalitesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Ancak son yıllarda kamu çalışanlarında aidiyet duygusunun zayıfladığı, işin niteliğinden çok siyasal ve sendikal bağlılıkların öne çıktığı gözlemlenmektedir. Bu durum, kamu hizmetlerinin etkinliğini ve tarafsızlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir.
Aidiyet duygusu, bir bireyin çalıştığı kuruma kendini ait hissetmesi, kurumun değerlerini benimsemesi ve kurumun başarısını kendi başarısı gibi görmesidir. Bu duygu, motivasyonu artırır, kuruma olan sadakati besler ve bireyin sorumluluk bilinciyle hareket etmesini sağlar.
Kamuda aidiyet duygusunun güçlü olması, vatandaşlara sunulan hizmetin kalitesini doğrudan etkiler. Kamu çalışanı, yalnızca görev tanımıyla değil, topluma karşı olan sorumluluğuyla da hareket etmek durumundadır. Ancak aidiyetin zayıfladığı bir yapıda, çalışanlar işi sadece bir geçim kapısı olarak görmekte, bu da verimliliği ve hizmet kalitesini düşürmektedir.
Bir kamu kurumuna yeni atanan genç bir memurun gözlerinde o eski heyecanı görebilmek artık neredeyse imkânsız. Ne devlete, millete hizmet etme idealizmi, ne de kurumuna aidiyet duygusu. Hâlbuki eskiden öyle miydi? Eğitim aldığı okuldan mezun olup atanan kişi almış olduğu eğitimin hakkını verecek şekilde hizmet etme derdindeydi. Ve bu hizmeti yaparken empati yapar karşısındaki kişiyi annesi, babası, kardeşi en önemlisi insan yerine koyardı. Şimdi sorarsanız “maaşı fena değil, sigortası yatıyor, hafta sonu tatil” deyip geçmiyor mu?
Kamu kurumlarında çalışanlar arasında siyasal bağlılıkların ve sendikal ilişkilerin işyerindeki dengeyi bozduğu durumlar sıkça yaşanmaktadır. Özellikle atamalarda, görevde yükselmede ya da disiplin süreçlerinde liyakat yerine siyasal referansların belirleyici olması, kurum içi adaleti zedeleyebilmektedir. Bu durum, hem çalışanlar arasında huzursuzluk yaratıp hem de iş barışını bozmaktadır.
Sendikaların çalışan haklarını koruma görevini aşarak, bazı durumlarda çalışanları belirli politik yapılara angaje etmeye çalışması da kurum içi çatışmaları körüklemektedir. Sendikal arka çıkmalar, liyakat sahibi olmayan bireylerin korunmasına ve hatta terfi ettirilmesine yol açmakta, bu da kurumsal motivasyonu baltalamaktadır.
Peki, sorunun kaynakları nedir diye soracak olursak karşımıza şunlar çıkmaz mı?
Liyakatin geri planda kalması, siyasi iktidarların kamuya bakış açısı, sendikal yapıların bağımsızlığını yitirmesi, denetim mekanizmalarının zayıflığı, genç kuşaklarda kurumsal sadakatin düşmesi.
İşin acı tarafı, bu sadece bireysel bir mesele değil. Kurumların içinde öyle bir sistem oluştu ki, artık liyakat değil; “arkanda kim var?” sorusu daha çok karşılık buluyor. Siyasal referanslar, sendikal kalkanlar, iktidara yakınlık, ahbap çavuş dostluğu ya da muhalefete göz kırpmalar... Kurumun kimliği siliniyor, yerini kişisel kimlik savaşları alıyor.
Hemen aklımıza peki ne yaparsak düzelme yoluna gireriz sorusu geliyor. Öncelikle liyakat sistemi güçlendirilmelidir. Atama, terfi ve görev değişikliklerinde şeffaf ve nesnel kriterler esas alınmalıdır.
Sendikal yapılar denetlenmeli, sendikaların siyasallaşmasının önüne geçilerek, gerçek anlamda çalışan haklarını koruyan yapılar haline getirilmesi sağlanmalıdır. Yakın zamanda şahit olduğumuz ve bir önceki TİS görüşmelerinde de gördüğümüz gibi bir işçi sendikası 2019 yılında "Uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle." dememiş miydi? Ve yine son TİS’de grev kararı almalarına rağmen ertesi günü geri adım atılıp imzalanmadı mı?
Kurum kültürü oluşturulmalı, her kamu kurumu kendi misyon ve vizyonuna uygun kurum kültürünü geliştirmeli, çalışanlara bu kültür benimsetilmeli ve uygulanmalıdır.
Etik kurullar etkinleştirilmeli, kurum içi etik ihlallerin şikâyet edilebildiği ve yaptırımların uygulandığı bağımsız kurullar işlevsel hale getirilmelidir.
Kamu, bir ülkenin en büyük hizmet alanıdır. Burada çalışan herkesin sırtında yalnızca bir kurumun değil, toplumun yükü vardır. Ancak o yükü taşımak için önce kendini ait hissetmen gerekir. “Ben bu kurumun parçasıyım” diyemeyen bir çalışandan fedakârlık da, kalite de, vicdan da beklenemez.
Kamu hizmetinin etkin, tarafsız ve kaliteli bir şekilde yürütülebilmesi için çalışanların aidiyet duygusunun yüksek, iş ortamının adil ve liyakate dayalı olması şarttır. Siyasal ve sendikal müdahalelerin kurumsal yapıya zarar verdiği bir ortamda ne kamu hizmetinden verim alınabilir ne de toplumda devlete olan güven sürdürülebilir. Bu nedenle, kamu yönetiminde reform niteliğinde adımlar atılmalı ve uzun vadeli bir kurumsal sadakat stratejisi oluşturulmalıdır.

